PROF DR AZİZ EKŞİ
Türkiye’de tarımsal üretim özellikle 1980 sonrası gerileme sürecine girmiş ve buna bağlı olarak dışa bağımlılık artmıştır.Öyle ki ülke samana ve soğana muhtaç duruma gelmiştir. Bunun nedeni tarımın piyasa koşullarına terkedilmesidir. Çıkış yolu ise yeniden korumacı politikalara dönülmesidir.
Bu yolda atılacak ilk adım tarım-gıda zincirindeki tüm halkaların yeniden irdelenmesidir. Bilindiği gibi bu zincirin ilk halkası girdidir ve girdi deyince ilk akla gelen üretimin gerçekleştiği topraktır. Toprak, insan ve tohum ile birlikte tarımsal üretimin olmazsa olmazıdır.Gerçi günümüzde “topraksız tarım” kavramından da söz edilmektedir. Fakat bunun tarımsal üretime katkısının kısıtlı olacağı açıktır.
Türkiye’de toprak kavgası, açık veya gizli günümüzde de devam ediyor. Bu tartışma; toprak reformu, arazi toplulaştırma ve arazi tasarrufu gibi üç farklı kavram üzerinden yapılmaktadır. Bunlardan toprak reformu dengesiz toprak dağılımı, arazi toplulaştırma tarım işletmelerin parçalı yapısı, toprak tasarrufu ise toprak kullnımında ekolojik dengenin gözardı edilmesi nedeni ile nedeni ile gündeme gelmektedir.
Toprak reformu
Bunlardan en önemlisi kuşkusuz toprak reformudur. Çünkü toprak mülkiyeti, tarımsal üretim açısından olduğu kadar toplumsal yaşam açısından da önemlidir. Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de çoğu politik kavganın toprak mülkiyeti ve toprak reformu ile ilişkili olduğu bir gerçektir(1).
Türkiye’de ilk esaslı kavga 1945 yılında yaşanmıştıtr. Çiftçinin topraklandırılmasına ilişkin 4753 sayılı yasa toprak ağalarının tepkisine yol açmış ve 1950 yılında kamulaştırma limiti kaldırılarak uygulanması engellenmiştir. 1973 yılında çıkan 1757 sayılı yasa Şanlıurfa’da uygulanmaya başlanmış ancak iptal edildiği için 1978 yılında uygulanabilirliği kalmamıştır. Son düzenleme 1984 yılında çıkan3083 sayılı yasadır. Bu yasa kapsamında herhangi bir kamulaştırma yapılmamıştır. Ancak 819 000 dekar kamu arazisi 12 281 çiftçi ailesine dağıtılmıştır. Halen arazi toplulaştırma amacı ile uygulanmaktadır(1).
Görüldüğü gibi önceki girişimleri tümü başarısızdır. Bunun yatattığı yılgınlıktan olmalı ki “toprak reformu” kavramından çekinilmektedir. Varsa yoksa tarım reformu…Toprak reformunun özü; topraksız çiftçilerin topraklandırılması ve feodal baskılardan kurtulmasıdır(1).Tarım reformu ise girdi, kredi, pazarlama gibi kolaylıkarı tanımlamaktadır. Eğer topraksız çiftçi ve feodal baskı varsa öncelikle toprak reformu gerekli demektir.
Türkiye’de toprak dağılımındaki dengesizlik devam ediyor. 2001 tarım sayımına göre tarım işletmesi sayısı 3 milyon dolayındadır. Bunların %33.4’ü küçük işletme(2 ha ve altı) niteliğindedir ve bunların ekili topraklardaki payı yalnızca %5.4’tür. 1981 yılında %27 dolayında olan topraksız çiftçi oranının güncel durumu hakknda veri yok. Fakat güncel veri yokluğu problemin yok olduğunu göstermiyor.
Küçük tarım işletmelerinin sayısı 2001 tarım sayımına göre 1 milyon, çiftçi kayıt sistemine göre ise 700 000 dolayındadır. Bu ailelerin yeteri kadar toprağı olduğu söylenemez. Ayrıca 300 000 dolayındaki mevsimlik tarım işçisinden söz ediliyor.Bunların da yeterli toprağı olmadığı bellidir. Bu iki olgu da kapsamlı olmasa da toprak reformunun gerekli olduğunu gösteriyor.
Arazi toplulaştırma
Tarım işletmelerinde parsel açısından çok parçalılığı azaltmaya yönelik bir uygulamadır. Çiftçiye toprak verilmesi değil, gönüllü değiş-tokuş yolu ile parça sayısının azaltılmasıdır. 2001 tarım sayımına göre Türkiye’de tarım işletmelerinin yalnız %10.2’si tek parçadan, %41.7’si ise 6 ve daha fazla parçadan oluşuyor. .Dolayısı ile tarım tekniği ve verim artışı açısından olumlu bir yaklaşım gibi gözüküyor ve ülke genelinde toplam 14.3 milyon ha tarım arazisi toplulaştırma potansiyeli taşıyor.
Fakat bu uygulama da başarılı değildir. Farklı illerde 2019 yılına kadar toplulaştırılan alan 6.5 milyon hektardır ve potansiyel alanın %45’i kadardır.Ancak bunun henüz k 4.3 milyon hektarı tescil edilmiştir. Çiftçiyi topraklandırmaya yönelik olmayan bu uygulamanın, 7139 sayılı yasa ile DSİ’ye aktarıldığı(2018) ve iyice tavsadığı görülüyor.
Ayrıca, miras hukukundan kaynaklı gerçekte sahipli toprakların uygulamada sahipsizleşmesine yol açan ve ekilmesini engelleyen problemin de bu kapsamda çözümü gerekiyor.
Arazi tasarrufu
Toprakların sürdürülebilir kullanımı ile ilgilidir ve yoğun girdili tarımın yaygınlaşması ile gündeme gelmiştir. Yoğun girdili tarımının verim artışı açısından olumlu bulunuyor. Fakat doğal kaynakları hızla tükettiiği ve ekolojik dengeyi bozduğu da bir görülüyor.Bunun alternatifi ise toprakların agroekolojik yaklaşımla işlenmesidir. Bunun güvencesi ise tarımsal üretimde aile çiftçiliğinin güçlenmesi ve yaygınlaşmasıdır. FAO’nun 2014’ü “aile çiftçiliği yılı” ilan etmesinin başlıca nedenlerinden biri budur.
FAO(2014)’ya göre; dünyada tarım ilşetmelerinin %90’ı aile yapısıdadır.Bunlar toprakların %75’ini ekiyor ve tarımsal üretimin %80’ini gerçekleştiriyor. Ancak bunların %84’ ünün arazi büyüklüğü 2 hektardan küçüktür(3).
Türkiye’de işletme sayısı açısından halen aile çiftçiliği başattır. Ancak bunların ekili toraklardaki ve tarımsal üretimdeki payı oldukça düşüktür.Örneğin, 5 hektardan daha az toprağı olan işletmelerinin sayısal oranı %64.8 i fakat ekili topraklardaki %21.3 tür. Bu payın giderek azaldığı görülüyor. Bir başka olumsuzluk ta tarım topraklarının başka amaçla kullanılmasıdır.
Kısaca;tarımı topraktan ve özellikle toprak reformundan başlayarak tartışmak gerekiyor. Yoksa yaşanan başarısızlığın geleceğe de uzanması kaçınılmazdır.
————————————–
(1)AKSOY,S.1969. 100 soruda Türkiye’de toprak meselesi. Gerçek yayınevi.İstanbul.
(2)TÜRKER,M.2010. Dünyada ve ülkemizde toprak ve tarım reformu. Kooperatfçilik,45(3),38-57.
(3)FAO.2014. The State of Food and Agriculture 2014: Innovation in Family Farming.Roma.