Son yıllarda “tarladan sofraya” gıda güvenliği kavramını tekrarlayıp duruyoruz. Tüketime sunulan gıdaların zararsız olması ya da zararlı bir öge içermemesi genel bir kuraldır. Gıda güvenliği sistemi de bunu sağlamaya yönelik bir uygulamadır. Bu bağlamda yola tarladan çıkılması doğaldır.
Fakat bunu yaparken “gıda güvencesi” gerçeğini unutuyoruz. Gıda güvencesi; “her insanın, her zaman sağlıklı ve aktif yaşam için yeterli, güvenli ve besleyici gıdaya fiziksel ve ekonomik olarak erişmesi” olarak tanımlanıyor1. Görüldüğü gibi, hem güvenli gıdaya hem de yeterli ve dengeli beslenmeye atıf yapılıyor.
Eğer günlük enerji alımı 1800 kaloriden azsa “yetersiz beslenme”den, gereğinden fazla ise “aşırı beslenme”den söz ediliyor. Birincisi her açıdan büyüme ve gelişme geriliğine, ikincisi ise kilo fazlalığına ve buna bağlı diyabet, kalp, kanser gibi hastalıklara yol açıyor.Dolayısı ile optimal durum, diyet ile alınan enerjinin her iki limitten de uzak olmasıdır. Ayrıca sağlanan enerjinin karbonhidrat, yağ ve protein arasındaki dağılımı da çok önemli.
Sağlıklı ve aktif yaşam için yanlız enerji gereksiniminin karşılanması yetmiyor. Vitamin, mineral, amino asid ve yağ asidi gibi 40 dolayında yaşamsal besin ögesi var. Bunların da her gün belirli miktarda(RDA) alınması gerekiyor. Eğer alınan miktar günlük gereksinimi karşılamıyorsa, bu kez “dengesiz beslenme”den söz ediliyor. Bunların eksikliği, kendine özgü sağlık problemlerine yol açıyor
Dolayısı lle sağlılı yaşam için hem makro(karbonhidrat, protein,yağ) hem de mikro(vitamin, mineral vb)besin ögelerinin yeterince alınması gerekiyor. Gıda sisteminin temel işlevi de bu gerekesinimin sağlıklı gıda tüketilerek karşılanmasıdır.
Bir de gıda açısından “kendine yeterlik” kavramı var. Bu,sağlık ve beslenme boyutu olmayan ekonomik bir denge durumudur.Ancak çoğu kez, yeterli ve dengeli beslenme kriteri olduğu da sanılıyor. İşte bu yanıltıcıdır.Neden derseniz?…
Eğer kendine yeterliğin ölçütü, gıda tüketiminin yerli üretimle karşılanması ise, bu dengeyi sağlayan yetersiz gıda tüketimi de olabilir. Bu durumda kendine yeterlikten söz edilebilir fakat dengeli ve yeterli beslenmeden söz edilemez.
Eğer kendine yeterliğin ölçütü, gıda ihracatının gıda ithalatını karşılaması ise;bu denge, gerekli bir gıdanın ihraç edilmesi veya ithal edlmemesi ile de sağlanabilir. Her iki durumda da ithalat-ihracat dengesi sağlanabilir fakat dengeli ve yeterli beslenmeden söz edilemez. Çünkü insanların en azından bu gıdalara erişimi zorlaşacaktır.
Gıda açısından kendine yeterliğin en gerçekçi ölçütü, yeterli ve dengeli beslenme gereksiniminin ne ölçüde karşılandığıdır. Daha doğrusu, gıda tüketim profilinin sağlıklı ve aktif yaşama ne kadar uygun olduğudur…Bu aynı zamanda gıda güvencesinin bir göstergesidir. Günümüz dünyasında gıda güvencesi açısından yaşanan trajedinin başlıca nedeni, bu gerçeğin gözardı edilmesidir.
Dünya nüfusunun %11’i yatağa aç giriyor ve %16’sı gıda güvencesinden yoksundur. Aynı dünyada nüfusunun %9’u obez ve %19’u aşırı kiloludur. Demek ki dünya nüfusunun %27’si yetersiz beslenme, %28’i ise aşırı beslenme nedeni ile sağlık problemi yaşıyor. Yetersiz ve aşırı beslenenlerin toplamı (%55) dünya nüfusunun yarısını aşıyor. Bu paradoksal durum çoğu ülkede aynı anda yaşanıyor. Ancak, bazılarında yetersiz beslenme, bazılarında ise aşırı beslenme daha başat.
Yetersiz beslenme ve açlık sorunu yardım ve bağış yolu ile çözümlenemez. FAO verilerine göre aç insan sayısı 1990-92 döneminde 843 milyon, 2017 yılında ise 821 milyondur. Obez insan oranı ise hızlı bir artış gösteriyor. WHO verilerine göre dünyada obezite oranı 1975’ten 2015’e tam 3 kat artmıştır. Bu sorunun da öğüt vererek veya vergi koyarak önlenmesi beklenemez.
Açlığın çözüm yolu artık bellidir. Gıda üretiminin açlığın yaşandığı ülkelerde artırılması gerekllidir ve bunun için de açlık çeken insanların aile çiftçiliği yaklaşımı ile üretime katılması yeterlidir. Bunun yaşama geçmesi ise; gıda açıklı ülkelerin dayanışmasına ve dünyada güçlü bir kamu oyu baskısı oluşmasına bağlıdır.
Fakat dünya ölçeğinde kalıcı bir gıda güvencesi için bunun ötesine geçilmesi zorunludur. Yeni bir gıda sistemi arayışı boşuna değildir. Yeni sistemin hedefi; “herkese gereği kadar gıda” olmalıdır. Ne az ne de fazla!.. Çünkü güncel gıda tüketim profilinin her iki açıdan da problemli olduğu görülüyor.
Problemin çözümü, gıda üretiminin “sofradan tarlaya” yaklaşımı ile planlanmasından geçiyor. Başka bir deyişle, mevcut gıda tüketim profilinin eksiği ve gediği ile ortaya konulması ve gıda üretiminin planlanmasında ekolojik kısıtlar ve tarımsal potansiyel ile birlikte bu tablonun da dikkate alınması gerekiyor. Bu tablo gıda ithalatı ve ihracatı açısından da yol gösterici olacaktır.
Kısaca, sağlıklı ve aktif yaşam gıda tüketim profili ile yakından ilgilidir. Bu nedenle sofrayı veya gıda tüketim profilini dikkate almayan bir gıda sistemi ile gıda güvencesinin sağlanması ancak tesadüfe bağlıdır…