Prof Dr Dr AZİZ EKŞİ FAO’nun 20. genel kurulunda(1979), Macaristan Tarım Bakanı Pal ROMANY’nin önerisi üzerine 16 […]
PROF DR AZİZ EKŞİ Gıda güvenliği alanında yanıltıcı yayın yasağı öngören yasa önerisinin gereğince tartışılmadığı bir gerçektir.Bunun başlıca […]
PROF DR AZİZ EKŞİ Meyve suyunun şeker ve asidden oluştuğu eski ve yanlış bir kanıdır. Meyve suyunun artık […]
Devlet ile çiftçi ilişkisi açısından üç farklı dönem yaşanıyor. Başlangıçta çiftçi en önemli “vergi kaynağı“nı oluşturuyor. Daha sonra […]
PROF DR AZİZ EKŞİ WHO ve FAO’nun önerileri ile 7 HAZİRAN, “dünya gıda güvenliği günü” olarak belirlendi. Bu […]
ROF DR AZİZ EKŞİ Meyve suyu, ancak pastörizasyon işleminin bulunmasından(1860) sonra ev dışına çıkabiliyor ve tüketicileri ile dışarda […]
PROF DR AZİZ EKŞİ Bilimsel kanıtlar vişne suyunun, uykunun düzene girmesi ve egzersiz yorgunluğunun atılması açısından önemli olduğunu […]
PROF DR AZİZ EKŞİ 1.GIDA GÜVENCESİ KAVRAMI Gıda güvencesi; gerçekte dengeli ve yeterli besleme için gerektiği kadar gıdanın […]
PROF DR AZİZ EKŞİ Gerçekte gıda ve fobi kavramlarının yanyana gelmesi oldukça zor. Birisi yaşam için mutlak gerekli […]
PROF DR AZİZ EKŞİ Son yıllarda, tarımsal üretim bağlamında “yerli” ve “milli” kavramlarından çok sık söz ediliyor. Bu […]
PROF DR AZİZ EKŞİ Kooperatif yolculuğu R.Owen(1771-1858) ile başlıyor.Belirli bir bocalama döneminden yaygınlaşıyor ve günümüzde artık üçüncü sektör […]
PROF DR AZİZ EKŞİ Türkiye’de tarımsal üretim özellikle 1980 sonrası gerileme sürecine girmiş ve buna bağlı olarak dışa […]
PROF DR AZİZ EKŞİ Korona salgını ile birlikte korona karşıtı gıdalar da gündeme geliyor. Çoğu pazarlama amaçlı mucize […]
PROF DR AZİZ EKŞİ Günlerden beri evde kapalıyız ve ne kadar daha kalacağımızı tam olarak bilemiyoruz. Fakat nedenini […]
Prof Dr AZİZ EKŞİ Gerçi elimizde beslenme durumuna ilişkin araştırmaya dayalı bir veri yok. Sağlık Bakanlığı tarafından yapıldığı […]
AZİZ EKŞİ GAP, Türkiye’nin en kapsamlı kalkınma projesidir. Ülkenin 9 ilini içeren bir bölgede uygulanmaktadır. Bölge, ülkenin yüzölçümü […]
Tarımın sürdürülebilirliği aile çiftçiliğine, aile çiftçiliğinin yaşaması ise köykent projesine bağlı.
Türkiye’de tarımın geldiği nokta açık… Köyler terkediliyor, tarlalar ekilmiyor, tarımsal üretim geriliyor, gıda açığı artıyor, kuyruklar oluşuyor.
Tarım Bakanı’na göre; toplam hayvan ve küçükbaş hayvan varlığında Avrupa’da birinciyiz, büyükbaş varlığında ise Fransa’dan sonra ikinciyiz. Yani “sorun yok” demek istiyor. Keşke olmasaydı…
Gündemin en sıcak konusu; patlıcan, domates, soğan gibi sebzelerin fiyat artışı. Önce üreticilerin, sonra depocuların ve daha sonra pazarcıların sorumlu tutulduğu bir zincir. Bu suç ortaklığına manav ve marketlerin de eklendiğini görüyoruz.
Nasıl ki antik çağda maddenin dört ögeden (su, hava, ateş ve toprak) oluştuğu sanılıyorsa, gıdalar da başlangıçta dört öge (su, karbonhidrat, protein ve yağ) ile tanımlanıyordu. Oysa günümüzde gıdaların onbinlerce bileşenden oluştuğu biliniyor. Fakat bu 4 öge, tanımlama kriteri olarak önemini koruyor.
Gıdalar onbinlerce kimyasal bileşikten oluşuyor. Bunları bilmeden ve tanımadan; neyi işleyeceğimizi, nasıl işleyeceğimizi, nasıl kontrol edeceğimizi, ne yiyeceğimizi ve sağlığı nasıl etkileyeceğini tam olarak bilemeyiz. Gıdayı doğru yorumlayamayız…
Adını ilk kez 2015 yılında duydum Boğatepe köyünün. Tanıyınca çok geç kaldığımı anladım. Sesin hızı mı yavaştı yoksa rüzgar mı ters esiyordu? Oysa öykünün başlangıcı 1880’li yıllara uzanıyor ve değerli bir gıda (peynir) üzerinden yazılıyor.
Tüketime sunulan gıdaların zararsız olması ya da zararlı bir öge içermemesi genel bir kuraldır. Gıda güvenliği sistemi de bunu sağlamaya yönelik bir uygulamadır. Bu bağlamda yola tarladan çıkılması doğaldır. Fakat bunu yaparken “gıda güvencesi” gerçeğini unutuyoruz.
Son yıllarda, meyveden uzak durulmasına ilişkin beslenme önerileri de duyuyoruz. Bu önerilere kulak verildiğini ve meyveden kuşku duyulduğunu da görüyoruz. Hatta meyvenin yaşamımıza sonradan girdiğine ve insana yabancı olduğuna ilişkin iddialar da var. Bunlar işin üzücü yanı. Sevindirici yanı ise iddiaların kanıta dayalı olmaması.
Gastronomi, her şeyden önce pozitif bir bilim dalıdır. Bu bilim dalının ilgi alanı, yalnızca yemeğin hazırlanması ve bunun tekrarlanması değildir.
Bu söze atıfın amacı; gıda tüketimi ile insan sağlığı arasındaki ilişkiye dikkat çekilmesidir. Fakat toplumdaki algılama bunun çok ötesine geçiyor.
Gıda işleme yöntemlerinin olumlu olduğu gibi olumsuz yanları da var… Fakat bu işlemlerin daha çok olumsuz yanları üzerinde duruluyor. Bu nedenle zaman zaman gıda proseselerinin olumlu yönlerinin hatırlatılması gerekiyor.
Her iki yöntemin ortak yanı; şıranın suyu buharlaşırken kıvamın artması ve rengin de koyulaşması. Ancak kararma (esmerleşme) düzeyi köy ve vakum pekmezinde oldukça farklı. Köy pekmezinin rengi daha koyu, vakum pekmezininki ise açıktır. Bu fark esas olarak kaynatma tekniğinden kaynaklanıyor.
Yaptığımız yanlışlardan biri, bir gıdanın içerdiği bir bileşene indirgenmesidir. Ekmeğin nişastaya, soyanın yağa, domatesin likopene, yulafın life indirgenmesi bunun tipik örnekleridir. Bu gıdaların belirtilen bileşence zengin olduğu bir gerçektir. Fakat o gıda yalnız o bileşenden ibaret değidlir.
Bir bileşenin etkisi gıdadan soyutlanamaz ve hiçbir bileşen içinde bulunduğu gıdanın yerini tutamaz. Başka bir deyişle, gıdanın yararını belirleyen tek bileşeni değil bileşen profilidir.
Proteinin yaşam için önemini bilmeyen yoktur. Vücudun başlıca yapısal ve işlevsel bileşenidir. Hayvansal proteinin başlıca kaynağı ise ettir. Hayvan sayısının ve et tüketiminin böylesine tartışılmasının başlıca nedeni de budur.
Fonksiyonel gıda, dünyada tüketimi en hızlı artan gıda gruplarından biridir. Ancak bu gıdaların Türkiye’de yeterince tanındığı ve tüketildiği söylenemez. Hatta bu kavrama çoğu kez; “fonksiyonel olmayan gıda da mı var?” sorusu ile itiraz edilmektedir.
Bir gıdanın yararlı veya zararlı oluşu tüketim miktarı ile de ilgili. Ölçü kaçınca her gıda zararlı olabiliyor. Bu nedenle Dünya Sağlık Örgütü (WHO), “günlük şeker tüketimi 50 gramı geçmesin” diye uyarıyor.
Gıda hilesi yalnız ülkemize özgü değil. Gerçek anlamda global bir problem. Üstelik günümüze de özgü değil. Antik çağa uzanan bir tarihsel geçmişi var. O nedenle; “eski bir problem ama güncel bir konu” olarak tanımlanıyor.
Isıl işlemin aşırılığı gıdanın ya da yemeğin az veya çok yanması ile sonuçlanıyor. Yanma olgusu hem besin ögesi kaybını artırıyor hem de zararlı bileşik oluşmasına yol açıyor. Bazı durumlarda gıda tümüyle elden çıkabiliyor.
Dile kolay; üretici denildiğinde yaklaşık 400 bin aile ya da 2 milyon insan anlaşılıyor. Türkiye nüfusunun %2.5’nin başlıca geçim kaynağı. Yıllık ihracat ortalaması ise 2 milyon dolar dolayında. Bu da ülke ihracatının %2’sine yakın.
Şeker denilince daha çok “çay şekeri” veya “beyaz şeker” anlaşılmaktadır. Bunun nedeni çok yaygın kullanılmasıdır. Kimyasal adı “sakkaroz”dur ve Türkiye’de şeker pancarından elde edildiği için “pancar şekeri” diye de adlandırılmaktadır.
Süper denilen gıdanın; antioksidan ve diyet lifi yanında karbonhidrat, protein ve yağ üçlüsünü belirli miktarın üzerinde içermesi gerekiyor. Bu profile en yakın gıdalar; fındık, ceviz ve bademdir.
Çayın bileşen sayısı 4000 dolayında. Yani dört bin farklı molekül içeriyor. Bunların bir kısmı yeşil yaprakta doğal olarak bulunuyor. Bir kısmı ise doğal bileşenlerin işleme sırasında dönüşmesi ile oluşuyor. İşleme sırasında oluşanların sayısı ve cinsi işleme tekniğine göre değişiyor. Bunlar çayın yalnız rengini ve lezzetini değil sağlık üzerine etkisini de belirliyor.
Bu soru gereksiz gibi gözükebilir çünkü “gıdanın ambalajlı olması” genel bir gıda güvenliği kuralıdır. Gıda güvenliğini sağlamanın koşullarından biridir.
Gıdadan beklenen öncelikli işlev beslenme gereksinimini karşılamasıdır. Dolayısı ile gıdanın besinsel kalitesi önemlidir. Fakat gıda tercihinde belirleyici olan besinsel değil duyusal kalitedir.
Proseslerden; patojenlerin yok edilmesi, raf ömrünün uzaması, lezzetin gelişmesi gibi faydalar bekleniyor. Ancak bazı olumsuz değişmeler de söz konusu olabiliyor.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda ne çay ne de şeker!… Doğu Karadeniz için geçim kaynağı arayışında gündeme geliyor çay… Zihni Derin’in çabaları ve 1924 yılında 407 sayılı yasa ile çay üretimine kapı aralanıyor. Ancak çay kültürünün yayılması o kadar kolay olmuyor.
Gıda ile ilk ilişkimizi, renk ve koku gibi duyusal özellikleri üzerinden kuruyoruz. Eğer bu açıdan beğenimizi kazanmazsa, zaten satın almıyoruz veya tüketmiyoruz.
Kim ne derse desin, meyve çok yararlı ve gerekli bir gıdadır. Çünkü; özellikle antioksidan, C vitamini, diyet lifi ve potasyum açısından oldukça zengindir. Meyve kadar olmasa da meyve suyu ve meyve nektarı da öyledir. Çünkü meyveye en yakın iki içecektir. Bu nedenledir ki AB’de meyve suyu ve nektarının özel bir konumu vardır.
WHO’nun tespitini ve koyduğu hedefleri tartışacak değiliz. Diğer ülkelerdeki uygulamaları da bir yana bırakalım. Türkiye’de ne yapıldığına bakalım…
Başarılı olduğumuzu söyleyemeyiz. Bunun başlıca nedeni, ne tükettiğimizi bilemeyişimizdir.
Şeker içeriyor diye “meyve suyunun yasaklanması” öneriliyor. Kim önerdi ise, ne meyve suyundan, ne meyve suyu tüketiminden, ne de meyve suyundaki şeker miktarından haberi var!
Farkındalık oluşturma konusundaki bu başarının açlığın azaltılması için yeterli olmadığını görüyoruz. Ancak, konumu gereği bunu FAO’dan bekleyemeyiz. Bunun gerçekleşmesi her ülkenin ve her insanın çabasına bağlıdır.
Köyde pekmezin açıkta, odun ateşinde ve büyük kazanlarda kaynatıldığını biliyoruz. Biraz koyulaşınca üzerine yeni şıra eklendiğini de görüyoruz. Böylece kaynatma süresini uzattıkça uzatıyoruz. Çoğu kez akşam ateşi söndürüp ertesi sabah yeniden yakıyoruz. Bazen ateşin üzerinde bırakıp gidiyoruz. Yani, HMF oluşumu için ne gerekiyorsa onu yapıyoruz.
Son yıllarda sağlık sorunlarının tümü beslenmeye bağlanıyor. Beslenme sorunları ise hazır gıda tüketimine indirgeniyor. Hazır gıda deyince, herhangi bir işlem uygulanan ve ambajlı olarak pazarlanan gıdalar anlaşılıyor. Bu gıdaların tüketime hazırlanması ve muhafaza edilmesi için uygulanan proseslerin olumsuz yanı abartılırken olumlu yanı gözardı ediliyor.
İnsanların gıdalardan giderek daha fazla kuşku duyduğu bir çağda yaşıyoruz. Tüketicinin kafasındaki sorular kanıta dayalı olarak yanıtlanmadığı sürece kuşkuların azalması beklenemez. Bu soruları yanıtlaması gereken ise öncelikle gıda kontrol sistemidir. Ancak bu sanıldığı kadar kolay değildir.
Çok sık sorulan sorulardan biri de meyve suyunun “ne içerdiği”. Soru böyle ama gerçekte ”ne içermediği” de merak ediliyor. Daha doğrusu koruyucu, renklendirici vb. katkı içerip içermediği de sorgulanıyor.
Günümüzde toplumların gelişmişlik düzeyi farklı kriterlerle tanımlanıyor. Bunlardan biri de yılda kişi başına ambalaj kullanımıdır.
Besin ögelerini içeren gıdalar zaman zaman sağlığa zararlı bileşikler de içerebiliyor. Tüketici güvenli bilgiye ulaşamadığı için ne yapacağını bilemiyor. Gıdalardan giderek daha fazla kuşku duyuyor.
Gıda gerçekliği, bir gıdanın aslına uygun olup olmadığını ya da kendine özgü özellikleri taşıyıp taşımadığını tanımlayan bir kavramdır. Gerek tüketicinin korunması, gerek dürüst rekabet açısından bu özelliklerin analiz edilerek gıdanın aslına uygunluğunun doğrulanması gereklidir.
Yayınların kısıtlı bir çevrede kalmaması için…
Gıda sektöründe “temiz etiket” uygulaması giderek yaygınlaşıyor. Uygulama “temiz etiket” diye adlandırılsa da kastedilen gerçekte “temiz gıda” dır. […]
Günümüzde gıda hilesi taklit ve tağşiş ile sınırlı değildir. Çünkü gıda etiketinde; yetiştirme yöntemi (organik vb), genetik kökeni (çeşit vb), coğrafi köken (PGI, PDO), işleme tekniği (geleneksel), yetişme yılı vb ile ilgili bilgiler de yer almaktadır. Gerçi bu bilgiler çoğu kez bir belgeye dayalıdır fakat kontrol ile doğrulanması gereklidir.
Meyveyi görüyoruz; fabrikaya taşınırken veya fabrika girişinde. Meyve suyunu da görüyoruz; fabrika çıkışında veya market rafında. Fakat meyvenin meyve suyuna nasıl dönüştüğünü görmüyoruz. Bu nedenle merak ediyoruz… Üstelik bunu bilmek bizim en doğal hakkımız.
Bu kavramın da gereğince anlaşıldığı söylenemez. Yola konsantre kavramı ile çıkalım. Konsantreden kasıt kuşkusuz gerçek meyve konsantresidir. Daha […]
Raf ömrü pastörizasyon ve sıcak dolum gibi ısıl işlemlerle sağlanıyor. Herhangi bir koruyucu kimyasal madde kullanılmıyor. Çünkü hem gerekmiyor, hem de yasaktır.
Meyve suyu, meyve oranı %100 olan içeceğin adıdır. Fakat, meyve oranına göre içecek tipleri arasındaki fark yeterince bilinmediğinden tüketici farkındalığını artırmak ve bilerek içmesini sağlamak için böyle bir pekiştirme gereklidir.
1980’den bu yana tarım ve gıda sektöründe gerileme yaşandığı bir gerçektir. Bu dönemin sona ermesi için bakan değil paradigma değişikliği gerekiyor. Eski paradigma; liberal yaklaşımla tarımın serbest piyasa koşullarında dalgalanmaya bırakılmasıydı. Bu dalgalanmanın ülke, çiftçi ve tüketici açısından hangi kayalara çarptığı görüldü.
Türkiye, ekili tarım alanı açısından %0.8 pay ile dünyada 30’uncu, üretim değeri açısından ise %2.1 pay ile 9’uncu sırada yer almaktadır. Coğrafi açıdan tarıma çok elverişli olduğu söylenemezse de uzun yıllar kendine yeterli olmayı başarmıştır. Ancak 1980 sonrası IMF ve DTÖ gibi kuruluşlarca dayatılan liberal politikalarla gelinen noktada tarımsal üretimin yeterli olduğu söylenemez. Üretimde mutlak artışlar olsa da yeterlilik açısından bu durumun “gerileme” olarak tanımlanması yanlış olmaz.
Ambalajlı meyve suyunda küf oluşmuşsa; ya pastörizasyon işlemi yetersizdir ya ambalaj kapağı açılan meyve suyu bir köşede unutulmuştur ya da ambalajda gözenek/sızıntı oluşmuştur. Ancak bunların gerçekleşme olasılığı aynı değildir.
Raf ömrü deyince bir gıdanın renk, koku ve tat gibi karakteristik özelliklerini koruduğu süreyi anlıyoruz. Bu süre gıdadan gıdaya değişiyor. Bazı gıdalar daha çabuk, bazıları daha geç bozuluyor. Raf ömrü uzun olunca kuşkulanıyoruz, acaba bunu sağlayan içerdiği bir koruyucu madde mi diye…
Sağlıklı beslenme ve bilinçli tüketim açısından bu içecek tipleri arasındaki farkın bilinmesi önemlidir. Bunları birbirinden ayıran temel kriter içerdikleri “meyve oranı”dır.